‘Kavga etmek yerine küfür etmeyi seçen ilk insan uygarlığın kurucusuydu.’ Sözü ve ‘Dilin İşlevi’ Kuramı
Modern psikoterapilerden önce dilin gerektiği değeri alamadığını düşünüyorum. Freud ve Breur yaptıkları çalışmaların ardından, psikolojik rahatsızlıkların buzlu küvetler veya işkence ile değil hastayı konuşturarak çözülebileceğini keşfetmişlerdir. Dilin gücü ilk olarak modern psikoterapilerin gücünün keşfedilmesiyle karşımıza çıkmıştır. Belki de bu denli önemsenmiştir.
Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu eserinde de dediği gibi ‘İlişkilerin getirdiği acılardan sıyrılmak için kendi isteğimizle inzivaya çekilip diğer insanlardan uzaklaşmak en kolay çözüm sanki.’. Modern psikoterapilerin keşfinden önce bir çok insan böyle yapmıyor muydu? Bu keşfin ardından dil, analist ve hastanın arasında bir araç rolüne bürünmüştür.
Freud terapötik ilişkideki dilin, aslında sorunları çözebileceğini farketmiştir. Dil, bilinçdışını bilince sürükleyen önemli bir silah belki de bir el haline gelmiştir. Freud’un histeri üzerine yaptığı çalışmalarda da konuşmanın ve dilin öneminin özgürleştirici etkisinden bahsettiğini biliyoruz. Tam da burada Freud’dan sonra Lacan dilin etkisini daha da önemli bir konuma taşır. Lacan’a göre ‘Bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır.’ Dil bir göstergeler sistemidir. ‘Dildeki sözcükler anlamlarını temsil ettikleri nesnelerden değil, birbirleriyle olan, sözcüklerin birbirleriyle olan ilişkilerinden türetirler. ‘ Daha derin baktığımızda, dil ile dünya arasında bir tür paralellik, bir tür koşutluk ilişkisi bulunduğunu görürüz. Bilinçdışı işleyiş tam da metafor ve metonimi kurallarıyla gerçekleşmektedir. Psikoloji ve psikiyatri alanında dilin öneminin keşfedilmesinin öncesinde, Psikanalizde sıkça karşılaştığımız metafor ve metonimiler yine hayatımızda mıydı? 13. Yüzyıldan sonra özellikle Türk Şiirinde Divan Edebiyatı ve sonrasında karşımıza sıkça çıkan istiare kavramından bahsetmek yerinde olacaktır. Türk şiirlerine baktığımızda, dil kişinin libidinal yatırım yaptığı nesneyi anlatmakta kullandığı usta bir araçtır. Yalnız klinik tabloda değil, özellikle Divan, Halk, Batı Edebiyatından etkilenmiş Türk Edebiyatında da bu derinliği farkederiz. Yahya Kemal’in Teraki Şiiri’nin ‘Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde’ dizesinde bahsettiği, sevgilinin dudaklarının kanlı bir güle benzetilmesi veya ‘Elli yıl geçtiği günlerde büyük mucizeden’ dizesinde bahsettiği, İstanbul’un fethinin bir mucizeye benzetmesi bilinçdışının -bilinçdışı bir şekilde- dil gibi yapılandığına örnek gösterilebilir. Bana kalırsa, Yahya Kemal’in kendi bilinçdışını yansıtırken dili bir araç olarak kullanışı yalnızca şairliğinin ustalığından değil dilin ve bilinçdışının birbirini tamamlayıcılığındandır.
Freud’un ‘Kavga etmek yerine küfür etmeyi seçen ilk insan uygarlığın kurucusuydu.’ sözüne baktığımızda, Freud’un id-ego- superego üçlemesine göre yorumlamak istersek, uygarlaşmış toplumlarda dilin kullanımı, egonun denge sağlamasına büyük ölçüde yardım sağlamıştır diyebiliriz. Burada kavga etmek yerine dili kullanmak gücün id ve superegodan soyutlanarak egoya teslim olmasıdır. Freud’a göre, uygarlık tam da bu ego seçiminden sonra oluşmaktadır. Dil çerçevesinde baktığımızda ise, öznenin kavga edenden küfür edene dönüştüğünü görüyoruz. Kişi, küfür eden yani dili kullanan bir özneye geçtiğinde uygardır. Çünkü özne tek başına eksiktir. Özne ne birey, ne kişi ne de ‘ben’ dir. Dil, öfkenin yerine geçene kadar sistemin düzenleyici biri haline gelir. Freud’un bu alıntısında, dil hareket –kavga- tarafından tetiklenmiş bilinçdışı öznedir. Dil burada öznenin kendisi, gerçeklik ve ötekilerle ilişkisini düzenler. Aynı zamanda dil burada toplumsallığı, kültürü ve bunları ifade eden yasakları taşır. Dolayısıyla dil ve simgesel düzen aracılığı ile topluma dahil olan insan daha bebekken, farkında olmadan bu düzen (simgeler) tarafından biçimlendirilecek ve onun yargılarını benimseyecektir. Burada uygarlığı bulan ilk kişi kavga etmek yerine dili seçerek bu düzenin içerisine bir adım atmış olur.
Lacan’ın da dediği gibi, İmgesel evrede oluşmakta olan ben’in, içinde ‘ben’ diterek özneleşebileceği dilsel, gramatik ve kültürel yapıdır Simgesel. Simgesel kendi başına anlam taşımayan, gelişigüzel işaretler olan, ancak birbirleriyle ilişkileri içinde anlam denilen şeyi oluşturan gösterenlerin, dilsel/kültürel kapalı düzenini tanımlamakta kullanır.